Merhabalar!

Makyaj malzemeleri arasında en sevdiğim ürün olan rujlarla ilgili bir yazı yazacağım için çok heyecanlıyım bugün! Tek bir makyaj malzemesi kullanma hakkım olsaydı sanırım ruju seçerdim o kadar çok seviyorum. Üstelik dudaklarım çok kalın değil, ince-normal arası bir kalınlıkta. Bir de kalın dudaklı olsaydım ruj sevdamın ne boyutlara ulaşacabileceğini tahmin dahi edemiyorum:)

Şaka bir yana, kadın olmanın en güzel yanlarından biri sanırım bir ruj sürerek bile modunuzu değiştirebilmek. Yorgun ve hasta olsak bile canlı renkli bir rujla capcanlı görünebiliyoruz:) Ben önemli sunumlarım olduğunda rujuma ekstra dikkat ediyorum, bir gece önce uyumamış olduğum belli olmasın ve sunumumu izleyen kişilere enerjik bir imaj yaratayım diye. (Tabi bu tarz durumlarda, gözaltı kapatıcıma da ekstra özen gösteriyorum.)

Yaa iştee bir ruj deyip geçmemek gerekiyor değil mi? :) Tamam bahanelerimiz de hazır, o zaman bool bol ruj alabiliriz.

O zaman lafı daha fazla uzatmadan Mac'in en sevdiğim rujlarını anlatmaya başlıyorum!


1- RUBY WOO

Friends izleyenler bilir, iki şeyden hangisini daha çok sevdiğinize karar veremiyorsanız oynanacak bir oyun vardır ancak bu oyunu Phoebe Buffay gözetiminde oynamak gerekir:) Hızlı hızlı sorular sorulur ve karşı taraftan hızlı bir şekilde seçim yapması beklenir. 5-6 soru sonra da asıl merak edilen soru sorulur ve karşıdaki de hızlı bir şekilde aklına ilk gelen seçimi yapar. Bu sayede zaten bilinçaltındaki asıl tercihi ortaya çıkar. Merak edenler için dizinin oyunla ilgili bu 2 dakikalık kısmının linkini bırakıyorum.

Ben de yazılarımı spontane, içimden o an geldiği gibi yazıyorum, birine anlatır gibi. Daha önce kurgulasaydım muhtemelen daha mantıklı bir seçim olan nude tonlarla başlardım ama birden ellerimi Ruby Woo yazarken yakaladım. En sevdiğim Mac rujumun da ne olduğunu bu sayede anlamış oldum:)

Ruby Woo, Mac'in Retro Matte serisinden bir ruj, soğuk alt tonlu bir kırmızı. Sürmesi zor evet ama ben kalemsiz uygulayabiliyorum. Hatta sanırım kalemle hiç uygulamadım. Alışma meselesi, sık sık sürerseniz, eliniz alışır. Dudaktan zor çıkıyor, doğru. Ama likit maj rujlara göre daha kolay çıkıyor. Dudağınızda bu ruj varsa ve bir bardaktan birşeyler içtiyseniz, bardağı yıkayan kişinin vay haline demek istiyorum. Çatal, kaşıkta da aynı durum var. O sebeple ben yemek yerken silip, yemek sonrasında yeniden sürmeyi tercih ediyorum. Islak mendille çıkarabiliyorsunuz zaten, illa makyaj temizleme ürününe ihtiyaç olmadığı için dışarıda da rujunuzu silebilirsiniz. Ancak ruj %100 silinmiyor, kırmızılık kalıyor dudaklarda, onu da belirteyim. Aynı durumu birazdan anlatacağım Heroine rujda da yaşıyorum. Silince, rengin bir kısmı kalıyor. 

Ruby Woo kırmızı ruj diye illa ki gece makyajında kullanacaksınız diye bir şey yok, ben gündüz kullanımında da çok beğeniyorum. Hafif bir göz makyajıyla ya da bir eyelinerla çok sofistike duruyor bence. Soğuk alt tonlu olması sebebiyle dişleri de bembeyaz gösteriyor. Daha ne olsun:) 

Bu ruju alın, aldırın efenim:)

2- VELVET TEDDY

Ruby Woo'yu anlattım ya artık nudelardan devam edebilirim:)

Ben Velvet Teddy'le çok seneler önce tanıştım aslında ama hiç sevemedim o dönem. Bu ruju öven herhangi bir kişi olunca ''Yaa neyini beğeniyorsunuz?!'' deyip durdum kendi kendime. Ancak insanların zevkleri değişiyor ve şu anda dışarı çıkarken çantama atıverdiğim bir ruj oldu kendisi. Eskiden çok kahverengi geliyordu bana, ben biraz daha şeftaliye kaçan nude'ları beğeniyorum. Sanki yaş grubu olarak daha büyüklerin kullanacağı bir ton gibi geliyordu. Ama son bir senedir sürekli kullanıyorum ve gerçekten dudak rengimin biraz daha iyisi gibi bir görüntü oluşturuyor. Sanırım sürerken çok bastırıyordum, şimdi daha normal, daha hafif uyguluyorum. Sizin de aklınızda bulunsun, bir ruj aldığınızda mutlaka ruju birkaç farklı şekilde deneyin. Mesela, birkaç farklı kalemle deneyin, ruju tek kat sürün, ruju birkaç kat sürün. En çok hangisi içinize sindiyse ve en çok hangisi yakıştıysa o şekilde kullanmaya devam edersiniz. Ya da bütün bu farklı ruj uygulamalarını farklı etkinlikler için kullanarak birçok farklı ruj kullanmışsınız gibi bir etki de yaratabilirsiniz.

Ben daha dün, Velvet Teddy'i Brave ile birlikte uyguladım mesela. Hafif bir pembelik verdi, hoşuma giden bir kombinasyon oldu. 

Velvet Teddy, Mac'in Matte koleksiyonundan bir ruj yani mat bir ruj. Ama dudakları kurutmuyor, yapısını çok beğeniyorum. Ne hemen çıkıyor, ne dudak kurutuyor. Çok mat rujların nude serisinde fazla yapay kaçtığını düşünüyorum. 

Kısacası, Mac Velvet Teddy sevdiğim birisi.



3-BRAVE

Eh madem biraz önce Brave'i andık, onu anlatmaya başlayayım.

Mac'in Satin serisinden olan bu ruj, benim en sevdiğim nude rujlar arasında bulunuyor. Mat serideki rujlara göre biraz daha parlak bir yapısı var. Çok kolay sürülüyor. Pembe alt tonlu bir nude ruj diyebiliriz Brave için. Soğuk alt tonlu olduğu için dişleri beyaz gösteriyor. 

Eğer yanıma Velvet Teddy'i almadıysam, Brave'i yanıma alıyorum. Benim vazgeçilmezlerim arasında kendisi.

Bu arada, Kylie Jenner kendi makyaj markasını çıkarmadan önce ''Kylie Jenner ruju'' olarak geçerdi Brave. Mac'in Soar dudak kalemi üstüne Mac Brave ruj kullanıyormuş o dönemlerde. Ben de Mac'in Soar dudak kalemiyle uygulamaya alışmıştım bir ara, güzel bir renk ortaya çıkıyor. Siz de bir deneyin derim.

4-PINK PLAID

Brave'den sonra özellikle Pink Plaid'ten bahsetmek istedim çünkü Pink Plaid de pembe tonlarında bir nude. Mac'in Matte serisinden bir ruj Pink Plaid. Oldukça soğuk alt tonlu olmasıyla dişleri beyaz göstermesi adına avanyajlı.

Bu ruju o kadar az sürüyorum ki, bu yazıyı yazabilmek için şimdi bir daha sürdüm. Benim için boşa harcanmış bir para, çünkü renk tonu çok açık geliyor bana. Şeker pembesi olacakmış da olamamış gibi. Yakışana çok yakışacaktır, ondan eminim. Ama benim yüz ve dudak şeklime gitmiyor. Kalın ve düzgün şekilli dudaklarda kendini gösterecektir. Zaten tüm Mac rujlarımı mutlaka birinde görüp beğenip alıyorum, yani rastgele satın almıyorum. O sebeple benim için hayal kırıklığı olan ruj, size çok yakışabilir. 

Yapısı, Velvet Teddy'le aynı zaten, çok güzel. Benim en sevdiğim seriye ait bir ruj. Ama renk tonu bana uymuyor işte.

Sırasıyla: Lady Danger, Brave, Ruby Woo, All Fired Up, Pink Plaid, Mocha

5-ALL FIRED UP

Sen ne güzel bir renksin All Fired Up? Tek kelimeyle BAYILIYORUM!!!

Mac'in Ruby Woo gibi Retro Matte serisinde bulunan koyu pembe-kırmızı arası bir renge sahip All Fired Up, tabi ki soğuk alt tonlu. Dişleri mükemmel ötesi gösteriyor. Bu ruju sürün, İpana reklamında oynayın, o kadar söylüyorum!

Ruby Woo'daki bardak, çatal, kaşıkla ilgili söylediğim her şey bunda da geçerli, haberiniz olsun.

6-HEROINE

Mac'in Matte serisinden olan bu ruj, çılgın ruhlu olanlara(benim gibi) hitap edecek mor-lila tonlarında bir ruj. Kalemiyle birlikte uyguluyorum bu ruju genelde ve dudağımda kıpırdamıyor bile. Hatta ben bu ruju Retro Matte sanıyordum, buraya yazarken kontrol edip Matte olduğunu görünce şaşırdım!

Günlük kullandığım da oluyor bu ruju ama iş hayatı filan çok kaldırmaz, benden söylemesi:) Genç arkadaşlarımız için çok tatlı bir tonu var bence. Ama şunu da söyleyeyim, ben işe de sürdüm. Herkes rujumu sordu ve çok beğendi. Dediğim gibi çılgınlık her şey size bağlı:)

7-LADY DANGER

Lady Danger Mac'in Matte serisinden. Turuncu alt tonlu bir kırmızı renge sahip. 

Bu ruj, ''yine bir paramı sokağa attım ruju'' benim için ne yazık ki, çünkü dişleri sapsarı gösteriyor. Bu ruju sürüp fotoğraf çekiniyorum her şey çok güzel. Ama konuşmaya bir başlıyorum, o dişler bir görünüyor, Aman Yarabbii! Dişlerinize çok güvenmiyorsanız ya da porselen diş yaptırmadıysanız uzak durun derim.

Birkaç sene önce Estee Lauder'in Kendall Jenner'la çıkardığı bir ruj vardı, ''Restless''. O dönemde o ruju satın alamamıştım ve içimde kalmıştı. Estee Lauder'la Mac kardeş firmalar, biliyorsunuz. Ben de o rujun Mac muadilini araştırdım ve karşıma Lady Danger çıktı. Gerçekten çok benziyor ama dişleri kötü göstermesi sebebiyle kullanamıyorum.

8- MOCHA

Mac'in Satin koleksiyonundan esmer ve buğday tenliler için nude sayılabilecek ve çok yakışabilecek bir rujken, benim gibi beyaz peynirlerde biraz koyu kalabilecek kahve alt tonlu kiremit renkli bir ruj. 

Ben bu ruju biraz kışa yakıştırıyorum sanırım ve genelde aynı tonlarda bir kıyafet giydiysem sürmeyi tercih ediyorum. Onun dışında elim pek gitmiyor. Her ruj herkese ve her ten rengine gitmiyor işte, bu da benim için yanlış tercihlerden bir tanesi.

Benim Mac rujlarım bunlardı. Umarım severek okumuşsunuzdur.

Sevgiler!














Herkese merhabalar!

Blog yazan ya da Youtube'da içerik üreten herkesin bir şekilde yolunun kesiştiği ya da kesişmesini umduğu bir para kazanma yöntemi aslında Google Adsense. Ancak son yıllarda Google Adsense onayı almak gittikçe zorlaşmış ve ben de bu döneme denk geldim. Önceden birkaç içerikle Adsense onayı alanlar varken şimdi 400 içerikle bile onay alamayanlar varmış. Tabi bu anlatılanların gerçeklik payını ve bu kişilerin sitelerinin özgünlük seviyesini ve kalitesini bilemem.




Blogumu açtıktan sonra 6 ay gibi bir süre geçtikten sonra ''Google Adsense'den nasıl onay alınır?'' diye Google'dan araştırmaya başladığımda okuduğum yazılar tatmin edici gelmedi bana. Yardıma ihtiyacı olan kişilere yardım etmekten çok ''Adsense ile ayda 2000 TL, 5 Dakikada Adsense Onayı Alma Yöntemi'' gibi clickbait başlıklarla blog yazarlarının kendi menfaatleri doğrultusunda çalıştıklarını gördüm hep.

Geçtiğimiz günlerde Google Adsense onayını almış biri olarak gönül rahatlığıyla GERÇEK'leri anlatıyorum.


  • Blogunuzun yaşı çok önemli. Blogunuzu açalı en az 5-6 ay olmadıysa Adsense'den onay almanız çok güç! İmkansız yazmak isterdim ama istisnai durumlar olabilir diye çok güç dedim, düşünün! Bu demek değil ki, bir sürü blog sayfası açayım, boş boş dursunlar. 6 ay sonra Adsense'e başvururum, sonra da arada bir şeyler yazarım. Eğer böyle bir düşünceniz varsa değil 6 ay, 6 yılda da Google Adsense'den onay alamazsınız.


6 aylık süreci boş geçirmeyelim de napalım diyorsanız, dikkat etmeniz ve önemsemeniz gereken diğer konuları anlatmaya başlıyorum.


  • Blogunuzu ÖZGÜN içeriklerle besleyin. Başka sayfalardaki yazıların 3-5 kelimesini değiştireyim, ben de yayınlayayım gibi işlere girişmeyin. Bırakın kelimeleri, kullanılan fotoğrafların özgün olmaması bile işinizi riske atacaktır.

  • Google istikrarı çok seviyor. Bir günde 5-6 tane yazı yayınlayıp 2 hafta hiç yayınlamamaktansa, 2 günde bir 1 yazı yayınlamanız ve bunu düzenli ve istikrarlı devam ettirmeniz Adsense için onaylanmanıza yardım edecektir.

  • Google, Gizlilik Politikası, İletişim ve Hakkımda kısımlarının olmasına çok özen gösteriyor. Bunları mutlaka blogunuza ekleyin.

  • Mümkünse blogunuzun bağlı olduğu mail adresi gerçek adınız ve soyadınız olsun. (Benim gerçek adım ve soyadım değil, yine de Google Adsense onayımı aldım. Burada saydığım maddeler, onay alma şansınızı arttırır ancak zorunluluk değildir.)

  • Blogunuzun temasının sade ve açık renklerde olması çok önemlidir. Blogger'ın kendi temalarından kullanmak yerine internette bulunan yüzlerce farklı temadan birini tercih etmeniz, sizi onaylanmaya bir adım daha yaklaştıracaktır.

Kısaca özetlemek gerekirse, Google Adsense ile olan ilişkimizi kadın- erkek ilişkisine benzetmek yanlış olmaz sanırım. 6 ay gibi bir süre boyunca Google'ın sizi tanımasını ve size güvenmesini sağlamak gerekiyor. Bu tanıma ve güven için de, blogun görselliğine önem vermek, blogunuzda kendini tanıtıcı(hakkımda, vb.) yazıları bulundurmak ve istikrarlı ve özgün olmak gerekiyor. Eğer bunları sağlayabilirseniz ilişkiniz başlıyor:)


Herkesin Google Adsense onayı alması dileğiyle!


Sevgiler!
Herkese merhabalar!

Doğuştan kızıllara ne kadar gıpta ediyorum bir bilseniz! Birazdan bahsedeceğim bu zorlukların hiçbirini yaşamadan kızıl saçın muhteşem güzelliğini doya doya yaşıyorlar. Renkli gözlü beyaz tenli kızların çok tercih ettiği kızıl saç, gerçekten dikkat çekici ve güzel bir renk. Ben bile tüm zorluklarını adım gibi bilsem de, arada gaza gelip boyatsam mı diyorum. Ama yoo dostum yoo!



Şimdi size önce kızıl saç geçmişimden bahsedeyim. Sanırım yaklaşık 5-6 sene aralıksız olarak saçımı kızıla boyadım. Gerek en lüks kuaförlerde, gerek orta sınıf kuaförlerde gerek evde bu kızıl saç boyama deneyimini yaşadım. Son 2-3 senedir de bu sevdadan vazgeçip doğal saçıma balyajla işi götürmeye çalışıyorum. Peki bu sevdadan(evet sevda) neden vazgeçtim?


  • En fazla 3 hafta sonra dibiniz geliyor, 3 haftada bir kuaföre gitmek gerekiyor. (Evde boyuyorsanız da boya yapmanız gerekiyor.) Amaaan dibi çıktıysa bir tek dibini boyarım diyemiyorsunuz çünkü rengi 3 hafta içinde akmış oluyor.
  • Evet renk 3 hafta içinde akmış oluyor. Bu akan boyayı bornozunuzda, havlunuzda ve beyaz tshirtlerinizde bulabilirsiniz. Duşa girdiğinizde ortalık kan gölü olmuş gibi de oluyor tabi ama geri kalanlar bornoz ve havlularda.
  • Her 3 haftada bir saç boyamak/boyatmak için belli bir bütçe ayırmak gerekiyor
  • Her 3 haftada bir saç boyamak/boyatmak için zaman ayırmak gerekiyor.
  • Kimyasallar konusunda ne kadar hassas ya da bilinçlisiniz bilmiyorum ancak bu da çok önemli bir madde ki o da 3 haftada bir kafa derinizde saç boyası adındaki kimyasalla 1 saate yakın durmanız gerekecek. Kafanızın cayır cayır yandığı dakikalar her 3 haftada bir tekrarlanacak.
  • Saçınız az da olsa yıpranacak. Sarı saç için açıcıyla açmak gibi bir zarar vermiyor saça ama sonuçta bir kimyasal. Bu arada benim kızıla boyatmak için gittiğim kuaförlerin tamamı saçımın rengini önce tamamen açtı açıcıyla, sonra kızıla boyadı. Ama her 3 haftada bir bu renk açma durumu olmuyor, sadece ilk seferde.
  • Diyelim ki saçınızı kızıla boyadınız ve beğenmediniz. Ya da bir süre sonra sıkıldınız. Şimdi de sarışın olayım deme şansınız yok! Saçınızı bir kere kızıla boyadınız mı bin kere de rengi akıtsalar, kızıl tamamen gitmiyor. Kalçasına kadar uzun saçları olan bir insanım, kızıl saçtan arınmak kaç senemi aldı ahh ah. Şu an daha önce kızıl boya değmiş saçım çok az kaldı çok şükür. Şimdi bir daha saçımı kızıla boyatsam, balyaja dönmem 3 sene. ''Şimdi banaaa kaybolaan yıllarımııı verseleer??'' 
  • ''Boyanın kimyasal olduğundan o kadar bahsettin ama doğalları da var şekerim'' dediğinizi biliyorum. Hiç fark etmez, benim kafa derim o doğal dedikleri boyayla da cayır cayır yanıyo valla. En fazla ne kadar doğal olabilir bir boya? İddia ettikleri kadar doğal olmadığı kesin! Kınası yaparsanız o başka tabii :)
Bu kadar olumsuz şey saydım saydım ama Ahmet Cobain ''Gel de sana Desert Red'' yapalım dese uçarak giderim, o kadar seviyorum kızıl saç rengini.

Ben uğraşırım, param, vaktim ve sağlam bir saç derim var diyorsanız buyrun boyatın. Sonra sen bize söylememiştin ama demeyin:)

Sevgiler!









Merhabalar!

Son senelerde yüz tüylerini almak sıkça yazılıp çizilmeye başlandı. Bir grup kişi yüz tüylerini almanın çok güzel olduğunu ve makyajın daha güzel görünmesini sağladığını iddia ederken diğer grup tüylerin renginin koyulaştığından ve tüylerin kalınlaştığından bahsedip tüylerin alınmamasıyla ilgili uyarılarda bulundu. Ben de bugün bu konuyla ilgili fikir ve deneyimlerimi sizinle paylaşacağım.

Öncelikle yüz tüyünden kastımız ne? Mesela kaşlar alınabilecek bir bölge, eğer kişi istiyorsa tabi. Bıyık yine alınabilir tüyler arasında diye düşünüyorum ve bunların alınma yöntemlerine de değinmek istiyorum. Senelerdir kaşlarımı kendim alıyorum, hayatımda 2 ya da 3 kez profesyonel birisine aldırmışımdır muhtemelen. O sebeple kaşlarımı almaya çok alışkınım. Yıllardır sadece ve sadece cımbızla aldım kaşlarımı. Ağdanın yüze hiçbir şekilde değmemesi gerektiğine inanıyorum. Kaşların arasındaki bölgeye de ağda yapmıyorum o sebeple. İple alınabilir, ama onu da ben beceremiyorum ve ihtiyaç da duymuyorum. Cımbız yetiyor. Cımbızın kaliteli bir cımbız olması ŞART! Tüyleri kökünden almak yerine kırması, tüylerin kalınlaşmasına sebep olacaktır. Uzayan kaş kıllarımı manikür makasıyla kesiyorum, ama bu işlemi sürekli yapmaya başladıktan sonra kaş kıllarımda kalınlaşma gördüm. Son zamanlarda uzayan kaş kıllarımı kesmek yerine, çok uzamış tek tük kılları cımbızla alıyorum. Herkesin hormon durumu farklı tabi, bende kalınlaşma olurken sizde olmayabilir. Ya da benim kaşım küsmüyorken, siz kaşınızı aldığınızda bir daha o bölgede kaşınız çıkmayabilir (küsebilir). Bunlar hep olasılık, ben kendi deneyimlerimi aktarıyorum her zamanki gibi.

Gelelim bıyıklara.

Bıyıklarda da ağda kullanımını asla tercih etmiyorum. Bıyık bölgesinde ya da genel olarak yüzde ağda kullanmanın ne gibi zararları olabilir?

  • Ağda cildi çekiştirdiği için, zamanla sarkmalara sebep olabilir.
  • Özellikle yaz aylarında güneşin etkisi yoğunken, yüzde ağda yapılan bölge lekelenebilir.
  • Ağda yapılan bölgenin rengi kararabilir. (Koltukaltı vb. yerler de ağda sebebiyle kararıyorken yüz gibi hassas bir yer nasıl kararmasın değil mi ama?)
  • Cilt reaksiyon verebilir, sivilcelenmeye neden olabilir.
Ağdadan uzak durmak için aklıma ilk gelen sebepler bunlar ki bence yeterince sebep saydım.
Ben bıyıklarımı kuaförde ve iple aldırıyorum senelerdir ve çok memnunum.

Eveet, kaş bıyık muhabbetini geçiyorum ve asıl mevzulara giriyorum. Çene (eyvah eyvah), yanaklar (eyvaaaah eyvaaah).. Bu bölgelere SAKIN DOKUNMAYIN, HERHANGİ BİR EPİLASYON YAPMAYIN! 

Hormonal dengesi bozuk bir insan olarak yüzümde muhtemelen siz okurların sahip olduğundan daha çok şeftali tüyüne sahibim. Tek tük aldığım çenemdeki ve yanağımdaki kıllar, tekrar çıktıklarında kapkalın ve simsiyah çıkıyorlar. Siyah birer diken gibi. Sürekli o 3-5 tüyü takip edip, çıktıkları an almak zorunda kalıyorum. Ama sanıyorum ki, eninde sonunda sadece o kıllar için iğneli epilasyon vb. bir yönteme başvurmak zorunda kalacağım.

Bunu bir de tüm yüzüme yapmış olsaydım şu an yüzüm bir erkekten daha farklı olmayacaktı. Bunu rahatlıkla öngörebiliyorum. Yanaklarına sürekli ağda yaptıran bir arkadaşımın ağdadan sonraki gün tamamen sivilcelenmiş yüzünü ve insan içine çıkarken çekincemede kaldığı hallerini ve bana ısrarla ''Yüz tüylerini asla alma!'' demesini size de söylemek istiyorum.

Ağda yapmayalım ama usturayla alınca bir şey olmuyormuş yeeeaaa! de-me-yin. Daha da fena. Gerçekten çok ciddi yardım gerekiyorsa, lütfen doktor kontrolünde iğneli/lazer epilasyon yaptırın. Eğer durumunuz o kadar kötü değilse ve sadece koyu renk tüylerden rahatsızsanız, renk açıcı krem kullanın. Ama yüz tüylerinizi almayın!

Hepimizin şeftali tüyleri var, onlarla barışık yaşamalıyız.

Sevgiler!








Yeniden merhabalar!

Bazı aylarda size önerebileceğim hiçbir diziye denk gelmiyorum, bazı aylar da çok bereketli oluyor arkası arkasına güzel dizilere denk geliyorum. Bu ay da öyle aylardan. Bu ay ilk önerdiğim dizi olan The Crown da, bu yazıda anlatacağım Safe de çok çok beğendiğim diziler oldu.


The Crown'ı anlattığım yazıyı merak edenler :
http://birfikirlazim.blogspot.com/2018/06/haziran-2018-dizi-onerisi-crown.html


Geleliiim Safe'e.



Şimdiii, öncelikle bu iki diziyi de Netflix Türkiye'nin Instagram sayfası sayesinde keşfettiğimi söylemek istiyorum. Takip etmesi keyifli bir sayfa, ara ara güzel diziler keşfediyorum burada. Merak edenler için buraya Instagram sayfasının adresini bırakıyorum.
/
Netflix Türkiye: https://www.instagram.com/netflixturkiye


Bu sayfada bir postta Michael C. Hall'un (evet Haziran ayının iki favori dizisinde de Dextercığımız var) The Crown'a konuk geldiğinden ve İngiliz aksanlı oynadığından söz ediliyordu. The Crown'ın İngiliz kraliyet ailesini anlatan bir dizi olması beni Michael C.Hall'un The Crown'da İngiliz aksanıyla oynadığını düşünmeye itti, lakin gerçekler başkaymış.


Michael C.Hall The Crown'da Amerikan Başkanı Kennedy'i canlandırdı. Yine bir Netflix yapımı olan Safe'te ise İngiliz aksanıyla oynadı. Şimdi bunu netleştirdiğimize göre diziye geçiyorum.


Dizi toplamda 8 bölümden oluşuyor, 2018 Netflix yapımı. Bence 2.sezonu olmayacak çünkü konu sonuca bağlandı. Ama La Casa De Papel'in çok tutması sebebiyle diziyi 3. sezona zorlayacaklarını bildiğim için, bu dizi de tutarsa diğer sezonlar da gelebilir. Bu arada aynı durum Big Little Lies'ta da var, dizi mini dizi olarak yayınlandı. Konu sonuca bağlandı. Ama 2.sezonu çekiliyor şu anda. Ahh ahh tadında bitiremiyoruz hiçbir şeyi. Neyse, konuyu iyi dağıttım.


Safe'in IMDB puanı: 7.4 Bence biraz az verilmiş bir puan, en az 8 olmalı puanı.
Safe dizisinin IMDB sayfası: https://www.imdb.com/title/tt7902072/


Dizi dram kategorisinde, ama gizem, cinayet durumları da yok değil. Çok sürükleyici ve ben son dakikaya kadar katili tahmin edemedim mesela. Güzel kurgulanmış, her bölüm herkesten şüpheleniyorsunuz. ''Katil kesin bu!'' diyorsunuz, diğer bölüm ''Aaaaa yok yok katil bu, anlarım ben!'' diyorsunuz. Böyle diye diye sonunda görüyorsunuz ki hiç de bilememişsiniz.


Michael C. Hall'un aksanına bayılamadım. Hatta dizinin içine daha girememiş olduğum ilk bölümün ilk dakikalarında itici bile bulduğumu söyleyebilirim. ''Ne gerek vardı Michaelcığım bu aksanlara? Ya da İngiliz oyuncu mu yoktu Allasen'' derken dizi güzelleştikçe aksana hiç takılmadan keyifle diziyi izledim.


Şunu da söylemeliyim, çok ciddi bir korku unsuru barındırmasa da, evde yalnız kalıyorsanız özellikle geceleri izlememenizi tavsiye ederim. Ben ufak ufak uyumada zorluklar yaşadım. Ama o kadar güzel ki, ertesi gece yine şu modda izlemeye devam ettim.



Dizide karı-koca, baba-kız, anne-kız ve arkadaşlık ilişkileri de ustalıkla işlenmiş bence. Ayrıca ahlak, suçluluk duygusu, işlenen bir suçun ömür boyu süren vicdan muhakemesi, bu uğurda kişilerin kendini iyiliğe adaması, ya da işlenen bir suçu gizlemek için ne kadar ileri gidilebileceği... Oldukça farklı bir ''cinayet- katil kim?'' hikayesiydi bence.


Dizinin sponsorlu sahnelerinden biraz rahatsızım sadece. Fi dizisindeki gibi göstere göstere reklam yapmışlar, yabancı dizilerde çok görmediğimiz bir durum. Bu sene bir de Modern Family'nin son bölümlerinden birinde Toyota reklamı göstere göstere yapılmıştı. Fi'ye laf ederken yabancılar da buna döndüler, hayret. Safe dizisindeki Audi araba vurgusu bana biraz fazla geldi, ama bu benim görüşüm. Belki siz hiç dikkat etmeyeceksiniz bile:) Hala arada Friends açıp izleyen birisi olarak, ustalıkla yapılan Toblerone, Pottery Barn vb. ürün yerleştirmeleri gördükçe üzülüyorum şimdiki dizilerin haline işte kendimce.


Bu diziyi izleyen birisine hiç rastlamadım ama dizi zevkime güvenen birisi olarak gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum. 


Şimdiden iyi seyirler!






Herkese merhabalar!

Bundan aylaar aylar önce satın almış olduğum Sesu Tüy Sarartıcı Krem'i bir türlü cesaret edip kullanamamıştım. ''Tüyler belli bir zaman sonra dibi gelen saç gibi oluyor, ürün tüylerin artmasına sebep oluyor, tüylerim yandı'' vb. yorumlar beni tereddüte düşürüyordu. Sarışın olmama rağmen kol kıllarımın kopkoyu oluşu( sadece kol kıllarım koyu değil, tüm vücut kıllarım koyu:( ) yazın gelmesiyle beni daha da strese sokmaya başlayınca bu ürünü deneme fikrine sıcak bakmaya başladım. En kötü senaryoda, tüyleri tamamen alırım bir daha da bu ürünü kullanmam düşüncesiyle kendimce riske girip ürünü deneyimledim. 



Deneyimime geçmeden önce şunu da belirtmek istiyorum, daha önceki lazer epilasyon deneyimim ile ilgili yazımı okuduysanız bilirsiniz ki, bikini, koltukaltı ve bacak bölgelerime lazer epilasyon yaptırdım. Hastanede, koll bölgesinde lazer epilasyonun çok işe yaramadığını söyledikleri ve paramı boşa harcamamamı tavsiye ettikleri için kol kıllarımla hala cebelleşiyorum. Durumumu da kısaca özetledikten sonra deneyimimi anlatmaya başlıyorum.


Öncelikle üstündeki talimatlar çok kolay anlaşılabilir ve uygulanabilir şekilde. İçinden çıkan ürünleri karıştırma kabında doğru ölçekte karıştırdıktan sonra tüyleri sarartmak istediğiniz bölgeye uyguluyorsunuz ve 10-20dk arası bekliyorsunuz. ''Ya çok yapay bir sarı olursa, ya yanarsa, ya şöyle olursa ya böyle olursa'' diye diye o süreyi tamamladıktan sonra kollarınızı yıkadığınızda, mü-kem-mel bir sonuçla karşı karşıya kalıyorsunuz! Sanki tüylerimi almışım gibi bir görüntü oluyor(tabi uzaktan bakılınca) Kol kıllarınız ben buradayım diye bağırmıyor. Hatta bir arkadaşım ''Aaa, kol kıllarının rengi ne güzelmiş, ne şanslısın'' diye iltifat bile etti de gerçeği söylemedim, kıh kıh kıh. 


İlerleyen zamanlarda tüylerimde herhangi bir artış yaşanmadı ancak saç dibinin gelmesinin benzeri bir durum oldu ne yazık ki. Ama bana kalırsa kollarımda daha da doğal bir görüntü oluştu bu dip gelmesiyle. Şöyle izah edeyim, bu açık renk tonu kıl rengi genelde denizde yandığımızda filan ulaştığımız bir ton ve denize girmediğimiz ve güneşlenmediğimiz zaman da dipten koyu kıl geliyor ve aynı bu görüntü oluyor!


Kol kıllarım yanmadı, onu da belirteyim. İçindeki açıcı çok güçlü değil sanıyorum, o sebeple ben gönül rahatlığıyla öneriyorum. Kolunuzda kremi bekletip yıkadıktan sonra ilk an ten renginiz de açılmış gibi duruyor, korkmayın. En fazla 5 dakika içinde kolunuz eski ten rengine geri dönüyor. Ben kremi düzgün bir şekilde uygulamadığım için ten renginin de abuk subuk yerlerde açılmış şekilde kalacağından korkmuştum. Ancak öyle bir durum yok, merak etmeyin.


Ben bir de dayanamayıp saçımın dibinden bir tutam alıp rengini açmaya çalıştım. Zaten biraz da bu sayede anladım içindeki açıcının çok da kuvvetli olmadığını. 10-20dk arası bekleyip yıkadığımda saç rengimde çok bir fark yoktu. Saç açıcı gibi saçınızın rengini açmasını beklemeyin derim. 

Sevgiler!




Yeniden merhabalar!

Yazın gelmesiyle birlikte benim gibi paniklemeye başlayanlar burada mı? Kararan koltukaltlarımı düşündükçe nasıl bikini/mayo hatta kolsuz bluz giyeceğim diye kara kara düşünmeye başlamışken birkaç yöntem denemenin zararı olmayacağına karar verip evde koltukaltı beyazlatma girişimlerine başladım.

Öncelikle koltukaltı kararmasının sebeplerinden bahsetmek istiyorum. Hormonal bozukluklar, genetik yatkınlıklar, ölü deriler, bölgenin havasız kalması, yanlış epilasyon yöntemleri... Birçok sebebi olabilir bu kararmaların. Beyaz peynir kıvamında bir insanım ben, koltukaltlarım bu kadar kararmayı nasıl beceriyorlar gerçekten şaşırıyorum ama çok da terleyen bir kişi olduğumu belirtmek isterim. Teri bastırmak için daha da kuvvetli roll-on'lar kullanayım, aman içinde alüminyum varsa nolmuş diye diye bu ''kara'' günlere ulaşmıştım. Bir süredir alüminyumsuz roll-on kullanmama çabamı biliyorsunuz, Sebamed'in roll-on'unu denemiştim. Ancak dediğim gibi çok terliyorum ve benim için yeterli performans sağlamadı.

Ben de öncelikle peeling işlemi ile ölü derilerden kurtulma çabasına giriştim. İyi ki de girişmişim. En çok beyazlamayı bu şekilde elde ettim. Ancak unutulmamalı ki koltukaltları hassas bölgeler. Ter bezlerimiz burada bulunuyor. Kese ile hatır hatır koltukaltı keselemek benim mantığıma pek uymuyor. O sebeple vücut peelingiyle deniyorum şansımı. Vücut peelingi olarak da St. Ives'in Kayısı Çekirdekli olanını kullanıyorum. Her banyoda uygulama yapıyorum. Bu işlemden sonra, banyo küvetinin kenarında sürekli olarak bulundurduğum elma sirkesi ile koltukaltımı temizliyorum. Banyo rutinim bu şekilde.

Evde olacağım günlerde ise, koltukaltıma limon sürüyorum. Ancak eğer o gün duş aldıysam ve sirke ile temizliğimi zaten yapmışsam, bir asit daha sürmemek adına limon kullanımı yerine patates kullanımını tercih ediyorum. Dediğim gibi koltukaltları hassas bölgeler, asitle yakmamak lazım!

Bu arada bu işlemleri kararan dirsekler için de uygulamak mümkün.


Bu işlemleri sürekli yaparak 10 gün içerisinde açılma görmeye başlarsınız. Ancak çok ciddi boyutlarda kararan bir koltukaltından tamamen bembeyaz bir koltukaltına geçiş için mutlaka dermatologlara gidilmelidir. Doktorlar tarafından uygulanan lazer ya da peeling işlemleri ile daha etkili sonuç alınabilir. Hafif kararmalar içinse bu söylediklerim hemen fayda edecektir. Unutmayın ki evlerimizde uyguladığımız bu yöntemler bir noktaya kadar fayda veriyor, mucize beklememek gerekiyor.

Sevgiler!






Herkese merhabalar!

Meghan Markle ile Prens Harry'nin düğününden sonra herkes gibi benim de kraliyet ailesine olan ilgim tavan yaptı. Aşklar, ayrılıklar, dedikodular, kavgalar, aşk uğruna tahttan vazgeçmeler... Kraliyet ailesindeki tüm eski defterin açıldığı bu günlerde İngiltere'nin kraliyet ailesine olan iştahım da kabarmışken bu dizi ilaç gibi geldi!

2016 yılında yayınlanmaya başlayan bu enfes Netflix yapımı belgesel tadındaki dizi, daha önce de aldığı ödüllerle radarıma girmiş lakin sıkıcı bulup kapatmıştım. Nasıl kapatmışım o dönem, şimdi hayret ediyorum! Bir dakikasında bile sıkılmadığım mükemmel bir yapımmış meğer!

Dizi günümüzde de İngilitere'nin kraliçesi olan Elizabeth II'nin hayatını anlatıyor. Daha Meghan'lar, Kate'ler yok dizide ve kraliçenin gençlik dönemlerini anlatıyor ama Elizabeth II'nin gençliğinde de neler olmuş neler! ''Ah neler çektirmişler kadıncağıza'' diye diye izledim diziyi. Kraliçeyi oynayan Claire Foy mü-kem-mel bir oyunculuk sergiliyor. Zamanın ilerlemesi sebebiyle ilk iki sezondan sonra kraliçeyi oynayan kişi ve hatta tüm oyuncular değişiyor. Yeni kraliçeye alışabilir miyim bilmiyorum, seni özleyeceğiz Claire. Philip'i de Dr. Who'yu oynayan Matt Smith olduğunu söylemeden geçmek de olmaz tabi! Son olarak da bir konuk oyuncudan bahsetmek istiyorum. 2.sezondaki Mrs. Kennedy bölümünde Başkan Kennedy'i Michael C. Hall canlandırmış. Karakterin biraz gıcık olması sebebiyle Dextercığımızı izlemekten o kadar keyif alamasam da, yine de Michael'ın başımızın üstünde yeri var.

Dizide neler anlatılıyor? Elizabeth II, eşi Edinburgh Dükü Philip, oğulları Prens Charles, Kraliçe'nin kız kardeşi Margaret ve onun acıklı aşk hayatı... Her şeyden öte gencecik yaşta ve çok ani bir şekilde kraliçe olmak zorunda kalan ve kraliyet işleri ile eşi ve ailesi arasında denge kurmaya çalışan bir kadın, Elizabeth.

Dizide bahsi geçen kişilerin günümüzde hala yaşıyor olması ve kişilerin çok saygın konumda olmaları, diziyi muhtemelen biraz kısıtlıyordur. Buna rağmen, oldukça detaya girilmiş ve gerçeklik oranının çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Youtube'da British Pathe kanalının orjinal görüntüleriyle karşılaştırmalı olarak izleyince Netflix'in ne kadar ciddi bir araştırmayla ve ne denli başarılı bir yapıma imza attığını görebiliyorsunuz.

Dizinin ilk sezonunda gösterilen olayların gerçek versiyonunun toplandığı video:
https://www.youtube.com/watch?v=8MhR03ddTSw

Dizinin ikinci sezonunda gösterilen olayların gerçek versiyonunun toplandığı video:
https://www.youtube.com/watch?v=kUX6Oorl4cE

Diziyi mutlaka gerçek versiyonlarıyla karşılaştırarak izlemenizi şiddetle tavsiye ederim!

Dizinin her bir bölümü bir Hollywood filmi maliyetinde. En büyük maliyetli dizi diye okumuştum ancak ne kadar doğru bilmiyorum.

Dizinin yayınlanmış tüm bölümlerini izledim. (2 sezonun tamamını) En beğendiğim bölüm 2.sezonun 9.bölümü olan Philip'in çocukluğu- Charles'ın çocukluğu içerikli olan bölüm. Bölüm bittiğinde, ''Ben biraz önce ne izledim!!!!!'' oldum.

Dizi daha kaç sezon devam eder bilmiyorum ve biraz riskli bir durum olan Prenses Diana konusuna girmeye cesaret edebilirler mi onu da bilmiyorum. Ancak umarım senelerce devam eder.

Bu arada, Edinburgh Dükü Philip'in bu diziden hiç hoşnut olmadığını okudum. Ben Philip olsam ben de bu diziden haz etmezdim, ahh nasıl bir insanmışsın sen Philip. Tamam tamam spoiler yok! Öte yandan, sanırım Kraliçe'miz diziyi seviyormuş. Ancak off the record söylediği için kesin bir bilgi değil! Sarayda Netflix üyeliği olduğu bilgisini de verip takdiri size bırakıyorum efenim!

Son bir bilgi, Claire Foy'un yeni filminden yayınlanmış bir fotoğrafta bambaşka bir kimliğe bürünmüş bir kadın görünce şoke oldum.

(yeni filminden bir fotoğraf)

IMDB'de en popüler 14.kişi şu anda kendisi. Bu ismi daha çok duyacağız diye düşünüyorum! Hafif bir Alexis Bledel havası var bu kızda.
https://www.imdb.com/name/nm2946516/?ref_=nv_sr_1

Keşke tüm oyunculara yaşlandırma teknikleri uygulansaydı ve üçüncü sezondan itibaren de aynı cast ile devam etselerdi. Oldukça riskli bir işe soyunduklarını düşünüyorum ama göreceğiz. Eğer dizi uzun bir süre devam edebilirse ve Elizabeth II'nin şimdiki yaşlı dönemlerine gelinebilirse Netflix, Kraliçe'yi oynaması için Helen Mirren'la anlaşmak istiyormuş. Ancak sanırım Helen Mirren ''Daha fazla kraliçe Elizabeth II canlandırmayacağım!'' diyerek reddetmiş. Bunu da zamanla göreceğiz!

Sevgiler!


Herkese merhabalar!


Sivilcelerimin çok yoğunlaştığı dönemlerde sadece dermakozmetik ürünlerin ve merhemlerin işe yarayacağını ve doğal malzemelerin çok ciddi cilt problemleri olmayanlar için etkili olabileceği yönünde bir önyargım vardı. Doktorun yazdığı ürünler bile tedavide yetersiz kalırken bir limon nasıl etkili olabilirdi ki? Sonra bir gün, ''Amaan denemekten zarar gelmez.'' diyerek doğal ürünlerle cilt bakımını deneyimledim, iyi ki de yapmışım. Elimdeki birçok maskeden daha etkili olan bir maskeden bahsedeceğim bugün size. Ben sivilceleri geçirmek için kullanıyorum ama cilt lekelerini açma özelliği de var.

MALZEMELER


  • Yarım Limon Suyu
  • Karbonat
  • 5-6 Tane Ezilmiş Aspirin
  • Un (Kıvam için)

Maske için gerekli olan malzemelerin herkesin evinde olan malzemeler olması da çok büyük avantaj. Bazen doğal maske tariflerine denk geliyorum, içeriğinde o kadar değişik malzemeler oluyor ki, o malzemeleri nasıl bulayım diyorum ve vazgeçiyorum. 

Yapılışına gelirsek... Bir kap içerisine yukarıda yazdığım malzemeleri koyup bir güzel karıştırdıktan sonra, yüzüme fırça ile uyguluyorum. 10dakika sonra da gidip yıkıyorum. İlk seferde bile ciltte çok ciddi fark yaratıyor. 

Ben bir dönem her akşam da uyguladım ama yine de hassas bir cildiniz varsa, haftada 2 kereden fazla bu maskeyi uygulamamak gerekiyor. Limonun da aspirinin de asidik yapıda olduğunu belirteyim. Limonda ayrıca bir de C Vitamini olması sebebiyle, ciltte C Vitamini varken güneşe çıkmak doğru olmadığı için, akşamları uygulamanızı tavsiye ederim.

Karıştırma kabıyla ilgili de bir öneride bulunmak istiyorum. Karbonat ve limon karışınca köpürüyorlar. O sebeple malzemelerin sığacağı kadar bir kap değil de biraz daha büyük bir kap tercih ederseniz sizin için daha kolay olacaktır. 

Son bir not: Bu maskeyi her yaptığınızda malzemeleri sıfırdan karıştırmalısınız yani her maske yapışınızda maskenizi taze olarak yapınız. Büyük bir kaba bolca yapıp, her seferinde o ürünü kullanmayınız. 

Sevgiler!